METAFİZİKSEL BİR BİLİM KURGU ROMANI

Ruhban evrenin, Dünya’nın ve insan vücudunun içinde geçen, aşkın gerçek gücünü hissedeceğiniz bir macera romanı. İnsanın ve evrenin işleyişinde tekrar eden mekanizmaları açığa çıkararak, bir gezegenin insan olma deneyimini ve akabinde gelişen olayları konu alıyor.

Satın almak için tıkla

Adamın biri anlatmaya başlar:

Fizik, kimya ve biyolojiyi kullanarak birçok şeyi açıklayabiliriz.
Dünya’yı, uzayı, bildiğimiz evreni, çiçekleri, böcekleri.

Bunların dışında kalan çoğu şey için de din var zaten.
Dinin de anlatmak istemediği şeyler için matematik var ama bu konuya sonra değineceğiz.

Tüm bunların dezavantajı: insanlar mahdut hayal güçleriyle bunu aşamıyorlar.
Yaratıcımıza olan inancımız bile inanabildiğimiz kadarıyla sınırlı.

Bu sınırları aşmak kolay değil.

Hele ki bu bedenin içinde hapsolmuşken.
Ama yine de çok daha fazlasını yapabiliriz.

Çok daha fazla âşık olabilirsiniz.
Daha fazla sevebilirsiniz.

Bilseniz, çok şeyin değişeceği vazifeleriniz var.
Sizden önce başkalarının düşündüğü, bildiği…Hissettiği.

Ama önce size acıdan nefret eden bir adamın hikâyesini anlatmam gerekiyor.

Kunuth Khakha diye bi’ adam…
Milattan önce 2686 yılında yaşamıştı. Günümüzde Eski Krallar dönemi dediğimiz zamanlar.

Gözünü açtığında perişan haldeydi. Kan, revan, üstü başı paramparça olmuş yerde yatıyordu.

Vücudu bir adrenalin krizi eşiğindeydi. O kadar kan kaybetmişti ki gözünün feri sönmüş, hissizleşmişti. Gerçeklik algısı bile değişmişti. Ama bir yandan da her şeyin farkındaydı sanki. Gözlerini birçok kez kırpıştırdı, ilk fark ettiği şey zamanın yavaş geçtiğiydi.

Kafasına inmekte olan balta güneşi gölgeledi. Bu sırada böbreğinden içine oluk oluk kan akmaktaydı. Çöldeydi, savaşın içinde ölmek üzereydi.

Acıdan nefret ediyordu.

Vücudunda olan biten her şeyin farkındaydı sanki. A- ah yine aynı düşünce. Kendi de şaşırdı. Zihninin sınırları genişlemişti. Daha önce varlığından bile haberdar olmadığı düşünceler kafasında uçuyordu. Tabii bunun yanı sıra tanıdık düşünceler de vardı. Göt korkusu gibi.

İlk yapması gereken hızlıca kanamayı durdurmaktı. Bunun için vücudundaki Fibrinojen’leri daha hızlı Fibrin’e dönüştürse yeterdi. Fibrinojen ne bilmiyordu, su plazması lafı ona bir şey ifade etmiyordu ama kanını nasıl daha hızlı pıhtılaştırabileceğini biliyordu.

Sonuç olarak normalde saatler sürecek pıhtılaşma dört beş dakika içinde gerçekleşecekti.

Ama önce hayatta kalması gerekliydi.

Sağa kaçtı, bronz balta kafasını çarptığı taşa çarptı. Ucu biraz kırıldı. Kunuth bunların hepsini yavaş çekimde izliyor gibiydi. Hızla ayağa fırladı. Ne kadar hızlı hareket edebildiğine kendi bile şaşırmıştı. Adamın karın boşluğuna bir kroşe indirdi. Demir bir vuruştu. Bu üç kaburga kemiği kırılmış, ağır yaralı, 55 kiloluk bir adamın yumruğu gibi değildi… Bel, göğüs, omuz ve kol kasları tam da olması gereken yerlerden kasılmış, darbenin şiddetini nefes kesen güdümlü bir füzeye çıkarmıştı.

Abartmadım.

İnsan vücudundaki kasların nerelere kadir olduğunu bilseniz şaşırırsınız. Çocuğu arabanın altında kaldığı için arabayı kaldıran kadınların hikâyelerini çok duyduk. Ana ders şu: adrenalin vücudunuzun normalde yapamayacağı şeyleri yapmasına olanak verir.
Her insanda adrenalin salgılandığında benzer şeyler olur: Kılcal damarlar büzüşür, kan dış deriden çekilir; yani korkunun yüzünden beyazlaşırsınız, göz bebekleriniz büyür, duyularınız daha berraklaşır – daha iyi duyar daha iyi görürsünüz, gereksiz enerji tüketen sistemler durdurulur. Mesela dolaşım sistemi mesela bağışıklık sistemi. Kısa süreli de olsa bu kaynak yönetimine ihtiyaç vardır. Vücudunuzun enerjisi sınırsız değildir. Eldekiler en kötü senaryo için hazırlanır.

Hatta o kadar ki, ‘korkudan altına sıçmak’ bu yüzdendir. Vücut gereksiz ağırlıklarından kurtulur.

Kunuth Khaka için durum farklıydı.
O kontrolsüz sıçmamıştı.

Bilinçli ve farkında bir şekilde onu öldürmeye çalışan adamın önce karnına sonra çenesine sert bir yumruk indirdi. Vücudu dehidrate olmak üzereydi yani su kaybetmişti… Kısaca sıvıya ihtiyacı vardı, yapılacak şey belliydi.

Adamın boğazına yapışıp şah damarını dişleriyle kopardı ve yutkunmaya başladı. Fışkıran kan yetmiyor, damarlarındaki kanı emiyordu. Ölüm korkusunun ve acının insana neler yaptırdığına şaşırırsınız.

Birlikte yere düştüler. Kunuth Khaka içmeyi hemen bırakmadı.

Bu sırada etrafa göz attı.

Acıdan nefret ediyordu, daha fazla acıdan kaçmak için bir şeyler düşünmeliydi.

O ana kadar hiç düşünmediği bir şeyi düşündü:
Neden buradaydı?

Soruyla neredeyse aynı anda cevaplar kafasındaydı.

“Onlar burayı, biz orayı istiyoruz. Savaşıyoruz. 19 güneş yılı gördüm, 12 buğday çuvalı ağırlığındayım, annemin kız kardeşini çıplak gördüğüm gün hayatımın en heyecanlı günüydü, kaburgalarım, iki dişim ve kaval kemiğim kırık, iki avuç kan kaybettim, şunlar bana doğru mu koşuyorlar, acıyı neden kapatamıyorum, sıcak kanın tadı berbatmış, vesaire ve bolca küfür.

Bu düşüncelerin bazıları normaldi. Kendinin farkında olma, çevresini gözlemleme gibi basit bilinç fonksiyonları.

Normal olmayan Kunuth Khakha’nın gözüyle gördüğünün, kulağıyla duyduklarının ona hiç olmadığı kadar berrak bir tablo resmetmesiydi.

Gözüyle 305 kişi saydı.
Kulağıyla kimlerin hayatı için yalvardığını duydu.
Derisiyle havanın kaç derece olduğunu hissetti.
Şuuru vücudunda ne kadar kullanılabilir su kaldığını hesapladı.

Vücudunun her sinirinden, her hücresinden, her zerresinden haberdardı. Kolunu yukarı kaldırıp indirir gibi enerjiyi açığa çıkarmak için yeni adenozin trifosfatlar üretebiliyordu. Daha fazla enerjiye ihtiyacı olacağı için yağ yerine kas dokularının yıkılmasına bilinçli olarak karar vermişti mesela.

Sadece ön beyin kararlarına değil, alt bilincine de hâkimdi. Kalbinin atışını gözünün kapağını hissettiği gibi hissedebiliyordu. Kendi kalbini biraz yavaşlattı. Dakikada 68 yeter dedi. Aldığı havanın içindeki oksijenin moleküllerine ayrıldığını duyabiliyordu. Akan kanının yaralı bölgeleri tedavi etmek için başlattığı onarım sürecinin farkındaydı.

Vücudunu otomatik pilottan tamamen çıkarttı.

Yerden aldığı kılıcıyla önüne çıkanları biçerek koşmaya başladı.
Korkusunu ve adrenalin coşkusunu kontrol edemeyip savaş meydanında dehşet saçtı. Kendi kabilesinden birisini sırf önünden çekilmedi diye arkadaşlarının önünde ikiye ayırdı.

Oradan uzaklaşabildiği kadar uzaklaştı.
Daha sonra kendine geldiğinde olanların hiçbirini hatırlamayacaktı.

*

Biraz Dünya’dan bahsetmek istiyorum: 4,3 milyar yaşındaki genç anneden.

Onu oldukça başarılı buluyorum. Zengin sevgilisini arkasına bakmadan terk eden genç bir kadının hikâyesi.

Biliyor musunuz bilmiyorum ama, Dünya milyarlarca yıl önce güneşin kızgın öfkesine dayanamıyor ve buhar olup gidiyor. Öylece. Çekip gidiyor.

Sonra bir bakıyorsun, uzak bir yerde tekrar yoğunlaşıyor.
Sadece taşıyabildiği kadar mineral ve elementle birlikte.

Başlangıçta her şey çok zor.
Kendini sakinleştirip ateşini bir türlü söndüremiyor.
Öfkesi dinmiyor ve güneşe olan kızgınlığıyla milyonlarca yıl için için yanıyor.

Daha sonra rahatlamaya başlıyor.
Biraz soğumayı başarıyor.

Kendini sakinleştirebildiğinde, bu sefer de güzelliğiyle çok göze batıyor.
Çünkü genç ve güzel bir kadın…Uzayın derinliklerinde…Tek başına…Savunmasız.
Fiziksel şiddete ve tacize maruz kalıyor: Göktaşları, meteorlar, radyasyon ışımaları, kozmik ışın yağmurları, aklınıza ne gelirse…

Dünya yaralanıyor ama pes etmiyor.
Güçlü kalmaya devam ediyor.

Sonra bir gün karşısına çok güçlü ve yakışıklı, dev gibi bir gezegen çıkıyor. Bu gezegen Dünya’ya olan ilgisini açık ve net bir şekilde üzerine doğru gelerek belli ediyor.

Dünya bu kor alev kütlesinden oldukça heyecanlanıyor.
Heyecanları muazzam bir kütle çekimine dönüşüyor.
Dünya dansa daveti kabul ediyor.
Galaksinin derinliklerinde genç bir gezegensen ve zengin sevgilinin sıcak kollarından ayrılalı henüz birkaç milyon yıl olmuşsa, bu anlaşılabilir bir şey.

Dünya’nın volkanik dağları patlıyor, lavları yüzeye akıyor, şehvetle bu dev adama kendini sunmaya hazırlanıyor,

Ama o da ne?

Bu gezegenin niyeti hiç de tekin değil.
Dünya durumun farkında vardığında artık çok geç.

Çarpışma kaçınılmaz.

Adam eliyle bir patlama hareketi yapar.

BAM!
Dünya’yı yoluna çıkmakla suçlayan Mars büyüklüğündeki gezegen, dünyaya dehşetengiz bir şiddetle çarptı ve seyrine devam etti. Dünya darmadağın oldu. Ama Dünya güçlü. Dünya dayanıklı. Hayatta kalıyor. Ama bedelini ödeyerek, içinden kopan parçaya şahitlik ederek.
Bildiğimiz gibi bu parça gökyüzünde öylecene asılı. Dünya ona bakarak ağladığında denizler yükselir derler. Dünya pişmanlıktan mı, kızgınlıktan mı yoksa ilk gerçek aşkının ihaneti yüzünden mi ağlıyor, bilmek isterdim.

Ama bahsetmek istediklerim Dünya’nın başından geçen talihsiz olaylar değil. Her şeyin bir sebebi vardır değil mi? Bütün bu olaylar muhteşem bir şeyle sonuçlanıyor.

YAŞAM!

Yaşamın başlamasıyla işler büyük ölçüde değişiyor. Dünya ilk defa kendinden başka bir canlıya ev sahipliği yapmaya başlıyor. Bu muhteşem bir şey.

Dünya 3,5 milyar yıl önce resmen anne oldu.
Evet annelik benzersiz bir duygudur ama evrende her şey birbirine benzer, her şey birbirini taklit eder. Dünya da öz bilgisini kullanarak biyolojik yaşamı çeşitlendirmek için atalarını taklit ediyor. Bu sayede genç yaşına rağmen iyi bir ev sahibi olmayı başarıyor. Hatta kısa zamanda birçok cins, ırk ve tür yaratıyor.

Eğer kardeşinizle birlikte büyürseniz ve o gözünüzün önünde ilk hamileliğini yaşarsa, bu sizin için bir hayli duygusal olur. Dünyada yaşamın başlaması da öyle bir şeydi. Güneş sisteminde bu olay sevinç ve azıcık da olsa kıskançlıkla karşılandı. Bir tek dev Jüpiter Güneş’ten korkmadan sevincini açıkça belli etti, doğum hediyesi olarak da kendi yörüngesini Dünya’yı koruyacak şekilde ayarlamayı teklif etti.

Ancak yine de buradan sonra Dünya’nın başına gelenler, tüm kâinata ders olacak nitelikte.

Satın almak için tıkla